42. Bedîr’e
Doğru
Ebu SûJfyan ve
arkadaşlarının aldıkları mallarla Suriye’den dönme zamanı gelmişti. Peygamber
Is.a.v.) Talha ve Ömer’in kuzeni Sa’d’ı, -Hanîflerden olan Zeyd’in oğlu- Medine’nin
batısındaki sahilde yeralan Havra’ya, kervanla ilgili haber almaları için
gönderdi. Bu şekilde, gün ey-batıya hızb bir yürüyüşle kervanı sahile
yaklaştırmak daha da kolay olacaktı. Gönderdiği iki gözcü Cüheyne kabilesinden
bir adamın evinde, kervan geçinceye kadar misafir edilmişti. Fakat bu zahmetler
boşa gidebilirdi. Çünkü Medine’deki yahudilerden veya münafıklardan biri,
Peygamber (s.a.v.)’in plânını Ebu Süfyan’a haber vermişti. Bunu duyan Ebu
Süfyan, Gıfari kabilesinden Demdem adındaki Wr adamı Mekke’ye haber vermesi ve
onlan koruyacak bir ordu hazırlamalarını söylemesi için gönderdi. Bu sırada
kendisi de, gece-gündüz kervanıyla sahil yolunda hızla ilerliyordu.
Acil durumda olan
sadece Ebu Süfyan değildi. Peygamber (s.a.v.) Medine’de mümkün olduğu kadar
uzun süre kalmak istiyordu, çünkü kızı Rukiyye tr.) çok hastaydı. Fakat kişisel
sorunlar engelleyici olmamalıydı, bu yüzden Peygamber (s,a.vj, gönderdiği
gözcülerin dönmesini beklemeden yola koyulmaya karar verdi. Medine’ye vardıklarında,
Muhacirlerden ve Ensardan oluşan, toplam 305 kişi olan bir ordu kurulmuştu. O
sırada Medine’de eli silah tutan yetmiş yedi Muhacir vardı. Üçü hariç hepsi
oradaydılar: Bunlardan biri Peygamber
(s.a.v.)’in damadı Osmandı.Peygamber (s.a.v.), onun hasta
karısına bakmak için Medine’de kalmasını istemişti. Diğer ikisi ise Talha (r.)
ve Sa’d (r.) idi. Onlar Medine’ye vardıklarında ordu çoktan yola çıkmıştı.
tik konaklarında,
Peygamber (s.a.v.)’in kuzeni Zühre kabilesinden Sa’d, on beş yaşındaki kardeşi
Umeyr’i üzüntülü görünce, ne olduğunu sordu. «Korkuyorum» dedi Umeyr,
«Allah’ın Rasulü beni görür de çok küçük oidugu-mu söyler ve beni geri gönderir
diye korkuyorum. Fakat ben gitmek istiyorum. Çünkü, belki Allah bana şehadeti
tattırır». Korktuğu başına gelmişti. Peygamber (s.a.v.) orduyu düzene sokarken
onu gördü ve çok küçük oıdugu için Medine’ye geri dönmesini istedi. Fakat Umeyr
ağlayınca, Peygamber (s.a.v.) kalmasına izin verdi. «O kadar küçüktü ki,» dedi
Sa’d, «Kılıç kayışını kısaltmak zorunda kaldım».
Üzerinde üç veya dört
kişiyi taşımakta olan yetmiş develeri, biri Zübeyr’e ait olan üç de atları
vardı. Beyaz sancak Mus’ab (r.)’a verilmişti. Çünkü o, savaşta Kureyşlile-rin
sancaktarı olan Abdu’d-Dar sülalesindendi. Bu öncü kolun hemen arkasında,
Peygamber (s.a.v.) yer alıyordu. Onu da, biri Muhacirleri, diğeri Ensar’ı
temsil eden iki siyah flama takip ediyordu. Bu flamalardan birini Ali (r.),
diğerini Evs’li Sa’d Ibn Muaz (r.) taşıyordu. Peygamber (s.a.v,)’in yokluğunda
Medine’de namazları âmâ olan îbn Ümmü Mektum (r.) kıldıracaktı. Onun hakkında
şu ayet nazil olmuştu: «Surat astı ve yüz çevirdi, kendisine o kör geldi diye»
[1]Demdem’in Mekke’ye ulaşmasından önce Peygamber
(s.a.v.)’in halası Atike korkunç bir rüya görmüş ve bunu Kureyş’i bekleyen
felâkete yormuştu. Rüyadan çok etkilenen Atike kardeşi Abbas’a haber göndermiş
ve gördüklerini ona anlatmıştı: «Deveye binen bir adam gördüm, vadinin
ortasında devesinden indi ve en yüksek sesiyle: ‘Ey vefasız insanlar, üç gün
içinde sizi mahvedecek olan felâkete hazırlanın’ diye bağırdı. İnsanların onun
etrafında toplandığını gördüm. Daha sonra
etrafındaki insanlarla birlikte
Mescid-i Haram’a girdi. Devesi onu, insanların arasından, Kâ’be’nin çatısına
götürdü. Orada yine aynı şekilde bağırdı. Daha sonra devesi onu Ebu Kubays
tepesine taşıdı, oradan da insanlara aynı şekilde bağırdı. Sonra yerden bir
kaya aldı ve tepeden aşağıya fırlattı. Kaya tepenin eteklerine ulaştığında
ikiye ayrılmıştı. Mekke’de kayanın bir parçasının darbe vurmadığı bir tek ev
kalmamıştı».
Abbas kızkardeşinin
rüyasını arkadaşı Velid’e -Utbe’-nin oğlu- anlattı. Velid de bunu babasına
anlattı ve haber tüm şehre yayıldı. Ertesi gün Ebu Cehil, Abbas’m yanında
alaylı bir sesle şöyle dedi: «Ey Abdu’l-Muttalib oğulları, ne zamandan beri
aranızdaki kadın peygamber size gayb-dan haberler veriyor? Erkeklerinizin
peygamber rolü oynaması yetmedi mi? Şimdi sıra kadınlarınızda mı?» Abbas,
verecek bir cevap bulamadı, fakat Ebu Cehil, ertesi gün Ebu Kubays tepesinden
Demdem’in sesi tüm şehri çınlattığında cevabını aldı. İnsanlar evlerinden
fırladılar ve onun etrafında toplandılar. Ebu Süfyan ona çok para ödemişti, bu
nedenle rolünü güzel oynamalıydı. Devenin üstünde, ters bir şekilde oturmuştu,
bunun yanısıra felâket işareti olarak devesinin burnunu da yatmıştı. Devenin
burnundan kanlar akıyordu. Kendi üstündeki giysiyi de parçalamıştı. «Ey
Kureyşliler» diye bağırdı, «Kervan develeri, kervan develeri, Ebu Süfyan’la
beraber olan mallarınız! Mu-hammed ve adamları onlara saldırdı. Yardım edin!
Yardım edin!».
Şehir birden bîre
telaşa büründü. Şimdi tehlikede olan kervan, yılın en zengin kervanıydı ve çoğu
onu yitirmekten korkuyordu. Hemen bin kişilik bir ordu toplandı. Nehle’de
haram ayda öldürülen Abdu’ş-Şems’in müttefiki Amr’ı kasdederek : «Muhammed ve
arkadaşları bu kervanın, İbn el-Hadramî’nin kervanı gibi olduğunu mu
zannediyorlar?» diyorlardı. Sadece Adiy kabilesi orduda yer almıyordu. Kendi
yerine, para vererek bir Mahzum’luyu gönderen Ebu Leheb’den başka diğer bütün
kabile reisleri bir grup askerle savaşa katılıyorlardı. Beni Hasim ve Beni
Muttalib kabilelerinin de kervanda malları vardı ve onları korumayı şeref
meselesi yapıyorlardı. Bu nedenle Talib iki kabileden de bir grup adam
çıkardı. Abbas da aracılık yapmak için onlarla birlikte gitti. Esed
kabilesinden Hadice’nin yeğeni Hakim de aynı amaçla onlara katıldı. Ebu Leheb
gibi Cumah’m lideri Umeyye de, yaşlı bir adam olduğunu ileri sürerek Mekke’de
kalmaya karar verdi. Fakat o Mescid-i Haram’da otururken Utbe geldi, onu önüne
güzel koku yayan bir buhurdanlık koyarak: «Bundan kendine güzel koku sür Ebu
Ali, çünkü sen kadınlar gibisin» dedi. «Allah belânı versin» diye Umeyye,
diğerleriyle birlikte yola çıkmak üzere hazırlandı.
Peygamber (s.a.v.)
Medine’den güneye giden direkt yoldan ayrılmış ve batıda Suriye’den Mekke’ye
gideni sahil yolu üzerinde yer alan Bedir’e yönelmişti. Ebu Süfyan’ı Bedir’de
yakalamayı planlıyordu. Bu nedenle müttefikleri olan Cuheynelilerden oraları
iyi tanıyan iki adamı gözcü olarak gönderdi. Gözcüler Bedir kuyusunun üstündeki
bir tepede konakladılar. Su doldurmak için kuyunun yanına geldiklerinde, köyden
iki kızın aralarında konuştuklarına kulak misafiri oldular. Biri diğerine:
«Kervan ya yarın, ya da öbür gün gelecek, onlar için çalışıp para kazanacağım
ve sana olan borcumu ödeyeceğim» diyorlardı. Gözcüler bunları duyunca Peygamber
(s.a.v.)’e haberi ulaştırmada acele ettiler. Bir müddet daha kalmış olsalardı,
batıdan ku-vuya doğru güçlü bir atlının geldiğini göreceklerdi. Atlı Suriye’den
Mekke’ye giden ve Bedir’den geçen yolun, güvenilir olup olmadığını kontrol
etmek için kervanın önünden giden Ebu Süfyan’dı. Suyun yanma geldiğinde köylülerden
birine rastladı ve ona bir yabancı görüp görmediğini sordu. Köylü, iki
yabancının gelip tepede konakladıklarını ve su doldurup gittiklerini haber
verdi. Ebu Süfyan onların konakladığı tepeye gitti, götürdüğü deve pisliklerini
parçaladı. İçlerinde hurma çekirdekleri vardı. «Tanrım,» dedi, «Bu Yesrib’in
yemi». Aceleyle geri döndü ve kervanı Bedir’i sol tarafına alıp deniz kıyısına
doğru yöneltti.
O sırada iki gözcü
Peygamber (s.a.v.)’e kervanın ertesi gün veya iki gün sonra geleceği haberini
ulaştırdılar. Kervan mutlaka, Suriye ile Mekke arasındaki en eski ko-noklardan
biri olan Bedir’de duracaktı. Müslümanların onları orada bastırıp, şaşırtmaya
vakitleri vardı.
Dana sonra
Kureyşlilerin bir ordu hazırlayıp yola çıktıklar} haberi ulaştı. Bunu her
zaman bir ihtimal olarak gözönünde bulundurmuşlardı. Fakat bu ihtimalin
gerçekleştiğini öğrenince Peygamber (s.a.v.) sahabilerine danışıp, devam etme
veya geriye dönmek için bir karar verme gereğini hissetti. Ebu Bekir tr.) ve
Ömer Cr.), Muhacirler adına devam etme kararım açıkladılar. Onların
söylediklerini kuvvetlendirir bir şekilde, Beni Zühre’nin müttefiklerinden
biri olan ve Medine’ye yeni gelen Mikdad ayağa kalktı ve şöyle dedi: «Ey
Allah’ın Rasulü, Allah sana ne yapman gerektiğini söylediyse onu yap. Biz tsrailoğullannin
Musa’ya- dediği gibi: ‘Sen ve Rabbin git, ikiniz savaşın. Biz şüphesiz burada
duranlarız’ Maide : 24) demeyiz. Biz şöyle deriz: «Sen ve Rabbin gidin, ikiniz
savaşın, sizinle birlikte, sağınızda, solunuzda, ön ve arkanızda biz de savaşacağız».
Abdullah İbn Mes’ud daha sonraki yıllarda, Peygamber (s.a.v.)’in bu sözleri
duyduğunda nasıl yüzünün parladığım anlatırdı. O buna şaşırmamıştı, çünkü Muhacirlerin
tamamen kendisiyle birlikte olduğuna inanıyordu. Fakat aynı şey, orada bulunan
Ensar’ın tümü İçin de söylenebilir miydi? Ordu, Medine’den kervanı yakalamak
için yola çıkmıştı. Fakat şimdi daha büyük bir orduyla karşılaşma İhtimali
ortaya çıkmıştı. Bunun yanısıra, Medine’-liler Akabe’de, onu, kendi sınırları
içinde korumak üzere söz vermişlerdi. Ancak kendi ülkelerinde onu, eşlerini ve
çocuklarını korudukları gibi koruyacaklardı. Acaba Medine dışındaki bir
düşmana karşı da onu korumaya hazır mıydılar? «Ey insanlar, benimle istişare
edin» dedi. Hitap geneldi, fakat o, aralarında henüz kimsenin konuşmadığı
Ensar’ı kasdediyordu. Sa’d İbn Muaz (r.) ayağa kalktı ve : «Ey Allah’ın Rasulü,
zannedersem insanlar derken bizi kastediyorsun» dedi. Peygamber (s.a.v.) bunu
onaylayınca konuşmasına devam etti: Biz sana güveniyoruz, bize söylediklerine
inanıyoruz ve getirdiğin şeyin hak olduğuna şahadet ediyoruz. Biz, dinlemek ve
itaat etmek üzere sana söz verdik. O halde ne istiyorsan onu yap, biz seninle
birlikteyiz. Seni Hak’la gönderene yemin olsun ki, eğer bize şu ileriki
denizden geçmemizi emretsen ve kendin suya dalsan, biz de seninle birlikte
dalarız. Hiç birimiz geride kalmayız. Yarın o düşmanla karşılaşmaktan da
çekinmiyoruz. Biz savaşta deneyimli ve çatışmada güçlüyüz. Belki de Allah,
bizim yiğitliğimizi sana gösterir de senin gözlerin serinlikle dolar[2] O
halde Allah’ın yardımıyla bize önderlik et».
Peygamber (s.a.v.) bu
sözlere çok sevindi. Ya kervan ya da ordudan sadece biriyle savaşmaları
gerektiği kanısındaydı. «İleri* dedi, «Neşelenin, çünkü Yüce Allah, bana iki
gruptan birini söz verdi. Şimdiden düşmanı yenilmiş bir halde görüyorum»[3].
Kendilerini en kötü
ihtimale hazırlamış obualarına rağmen yine de içlerinde, kervanıIe geçirip,
Kureyş ordusu gelmeden Medine’ye ganimetler ve esirlerle dönme ümidi vardı.
Fakat, Bedir”e bir günlük uzaklıktaki bir konağa vardıklarında, Peygamber
(s.a.v.î ve Ebu Bekir önden gidip rastladıkları yaşlı bir adamdan bilgi aldılar
ve Mekke ordusunun yakında olduğu kanaatine vardılar. Kamp yerine döndüler,
gece yarısına kadar beklediler. Daha sonra Peygamber (s.a.v.) üç kuzenini, Ali,
Zübeyr ve Sa’d’ı diğer birkaç arkadaşıyla birlikte, Mekke ordusunun veya kervanın
kuyudan su alıp almadıklarım Öğrenmek Üzere Bedir kuyusuna gönderdi Gönderdiği
adamlar kuyuya vardıklarında Kureyş ordusu için su dolduran iki adama rastladılar.
İkisini de yakalayıp, Peygamber (s.a.v.)*e getirdiler. O sırada Resululîah
(s.a.v.) namaz kılıyordu. Onun bitirmesini beklemeden Kureyş ordusunun su
taşıyıcıları olduklarım söyleyen iki adamı sorguya çekmeye başiadı-lar.
Soranlardan bazıları onların yalan söylediğini düşünmeyi tercih ediyordu,
çünkü onlan, Ebu Süfyan’m kervan için su doldurmak üzere gönderdiğini ümit
ediyorlardı. İki adamı, «Biz Ebu Süfyan’m adamlarıyız» diyene kadar dövdüler,
sonra serbest bıraktılar. Peygamber (s.a.v.1 namazda son oturuşunu yaptı ve
selam verdi. Sonra: «Sizo doğruyu söylediklerinde onları dövüyorsunuz, yalan
söylediklerinde ise bırakıyorsunuz. Onlar gerçekten Kureyş ordusunun
adamları» dedi. Daha sonra iki adama dönerek: «Siz ikiniz, bana Kureyş’in
nerede olduğu hakkında bilgi verin» dedi. Adamlar Akankal’ı işaret ederek:
«Onlar şu tepenin arkasındalar, tepenin ötesindeki vadideler» dediler.
Peygamber (s.a.v.î : «Kaç kişiler?» diye sordu. «Çok. dediler, fakat kesin bir
sayı söyleyemediler. Bunun üzerine Peygamber fs.a.v.) onlara günde kaç hayvan
kestiklerini sordu. «Bazı günler dokuz, bazı günler on» diye cevap verdiler.
Peygamber (s.a.v.) buna karşılık şöyle dedi: «O halde dokuzyüz kişi İle bin
kişi arasındadırlar. Peki hangi Kureyş liderleri ordunun arasında?» Onbeş tane
isim saydılar. Bunların arasında şu isimler vardı: Abdu’ş-Şems’ten iki kardeş,
Utbe ve Şeybe; Nevfel kabilesinden Haris ve Tu’ayme; Abdu’d-Dar’dan, kendi
Farisî hikâyelerini Kur’-an’la karşılaştıran Nadr; Esed kabilesinden Hadice’nin
üvey kardeşi Nevfel; Mahzum’dan Ebu Cehil; Cumah’tan Umey-ye; Amir’den Süheyl.
Bu önemli İsimleri duyan Peygamber (s.a.v.î adamlarını topladığında: «Mekke,
hayatının en iyi parçalarım sizin önünüze atıyor» dedi.
Bin kişilik güçlü
Kureyş ordusunun haberinin Ebı Süfyan’a ulaşması uzun sürmemişti. Fakat o
zamana ka dar kervan, kendisini korumaya gelen ordunun düşmante kervan arasında
duvar olacağı bir konağa ulaşmıştı. Kervanın artık güvende olduğunu hisseden
Ebu Süfyan Kureyş ordusuna bir elçi gönderdi: «Siz develerinizi, mallarınızı
ve adamlarınızı korumak üzere geldiniz. Allah onları korudu, o halde geri
dönün». Bu mesaj Kureyş ordusuna, Bedir’in biraz güneyindeki Cuhfe’de
konakladıkları sırada ulaşmıştı. Ordunun daha fazla ilerlememesi için bir neden
daha vardı. Beni Muttalib’den bir adamın -Cuheym-gördüğü rüya, veya hayal
nedeniyle tüm kampı karamsarlık bürümüştü. Cuheym şöyle diyordu: «Uyku ile uyanıklık
arasında, yanında bir deveyle birlikte at üstünde bir adamın yaklaştığını
gördüm. Atından indi ve ‘Utbe, Şey-be, Ebul-Hakem ve Umeyye’ -sonra adamın,
söylediği diğer kabile liderlerini de saydı- hepsi kılıçtan geçirilecek».
-Daha sonra» dedi Cuheym: «devesinin göğsünü bıçakla yaraladı ve onu çadırların
arasında koşması için serbest bıraktı. Kampta devenin kanı sıçramayan bir tek
çadır kalmadı». Ebu Cehil, Cuheym’in anlattıklarını duyunca, sesinde zafer
dolu bir hava ile: «îşte, Abdu’l-Muttalib oğullarından bir Peygamber daha»
dedi. «Bir peygamber daha» demesinin sebebi, Haşim ve Muttalib oğullarının bir
tek kabile olarak kabul edilmesiydi. Kamptaki bu karamsarlığı yok etmek
isteyen Ebu Cehil, oradakilerin tümüne hitap ederek şöyle dedi: «Tanrıya
andolsun ki, Bedir’e gitmeden geri dönmeyeceğiz. Orada üç gün kalacağız-, develer
kesip şölen, kuracağız; şarap su gibi akacak ve dansözler bize şarkı söyleyip
dansedecekler. Araplar bizim bu muhteşem yürüyüşümüzü ve topladığımız gücü
duyacaklar. Bundan sonra bize karşı hep korku ve saygı duyacaklar. Bedir’e,
ileri!».
Abbas îbn Şerik,
müttefiki olduğu Zühre kabilesi ile “beraber gelmişti; şimdi ise onlan Ebu
CehİFe kulak asmamaları için ikna etmeye çalışıyordu. Zühre’lileri ikna etmeyi
başardı ve hepsi Cu’fe’den Mekke’ye döndüler. Ta-lib de adamlarından bir
kısmıyla geri dönmüştü. Çünkü Kureyş’ten bazıları ona şöyle demişlerdi: «Ey
Haşimoğul-ları, sizin şu anda bizimle olmanıza rağmen, gönüllerinizin
Muhammed’le birlikte olduğunu biliyoruz». Abbas buna rağmen Bedir’e gitmeye
karar verdi ve yanına üç yeğenini aldı: Hâris’in oğullan Ebu Süfyan ve Nevfel
ile Ebu Talib’in oğlu Akil.
Tepenin arkasında,
biraz kuzey-doğuda müslümanlar çadır bozuyordu. Peygamber (s.a.v.) Bedir
kuyularına düşmandan önce varmaları gerektiğini biliyordu. Bu nedenle hemen
yola çıkma ve hızla ilerleme emri verdi. Yola çıkmalarından biraz sonra yağmur
yağmaya başladı. Müslümanlar bunun Allah’tan bir yardım işareti olduğunu düşünerek
sevindiler. Yağmur sayesinde insanlar zindeleşti, üzerinde yol aldıkları Yelyel
kumu ise yatıştı, yağmur, müs-lümanlann solunda, Bedİr’in aksi yönündeki
Akankal tepelerini henüz tırmanacak olan düşmanları engelliyordu. Kuyuların
hepsi önlerindeki eğimde sıralanıyordu. Peygamber (s.a.v.) geldikleri ilk
kuyunun yanında konaklama emri verdi. Fakat Hazreç’Ii Hubâb İbn el-Munzir (r.)
ona geldi ve: «Ey Allah’ın Rasulü (s.a.vJ, bu konakladığımız yerden ne
ilerleyip ne de gerilemeden durmamızı Allah mı sana emretti, yoksa bu senin
görüşün ve savaş stratejin mi?» dedi. Peygamber (s.a.vJ bunun sadece bir görüş
olduğunu söyleyince Hubâb devam etti: «Burada konaklamayalım. Ey Allah’ın
Rasulü, düşmana yakın kuyuların en büyüklerinden birinin yanma varıncaya kadar
ilerleyelim. Orada konaklayalım, diğer bütün kuyaları kapatıp, kendimiz için
bir sarnıç hazırlayalım. O zaman düşmanla karşılaştığımızda bizim içecek
suyumuz olur, onlarınsa suyu olmaz». Peygamber (s.a.v.) bu görüşü kabul etti ve
Hubâb’-ın plânı ayrintıyia uygulandı, ilerideki bütün kuyular kapatılıp, bir
sarnıç hazırlandı. Herkes su kırbasını doldurdu.
Daha sonra Sa’d îbn
Muaz (r.) Peygamber (s.a.v.)’e geldi ve şöyle dedi; «Ey Allah’ın Rasulü, izin
ver de senin için bir gölgelik yapalım, develerini de yanma bağlayalım.
Düşmanla karşılaştığımızda, Allah bize güç verir de onları yenersek, bizim
istediğimiz yerine gelir. Fakat eğer kaybedersek, sen hemen devene binip
gerideki arkadaşlarımıza katılabilirsin. Çünkü geride kalan arkadaşlarımız da
seni bizim kadar severler, eğer senin savaşla karşılaşacağını bilselerdi,
onlar da sana yardımcı olurlar ve senin ya* nmda savaşırlardı.» Bunun üzerine
Peygamber (s.a.vJ, Sa’d’ı övdü ve ona dua etti. Hurma dallarından bir gölgelik
yapıldı,
O gece Allah,
mü’minlere rahat bir uyku indirdi ve mü’minler sabahleyin çok zinde
kalktılar. (Enfal: 11).
Günlerden Cuma’ydı, 17
Mart. M.S. 623, yani 17 Ramazan H. S. 2 [4]Şafakla
birlikte Kureyş Akankal tepesine tırmandı. Onlar tam tepeye ulaştıklarında,
güneş yükselmişti. Peygamber (s.a.v.) onları süslenmiş atlar ve develer
üstünde, tepeden Bedir’e doğru Yelyel vadisine inerken gördü ve şöyle dua
etti: «Allah’ım, işte Kureyş: kibir ve gururla geliyorlar, sana karşı çıkıyor
ve senin Rasulünü yalanlıyorlar. Ya Rabbi, bize vadettiğin yardımını
üzerimizden eksik etme! Ya Rabbi, bu sabah onları helak et!».
Kureyş ordusu tepenin
hemen eteğinde konakladı. Müslümanları beklediklerinden az buldukları için
Cumah kabilesinden Umeyr’i, arkada başka yedek ordunun olup olmadığını
öğrenmek üzere gönderdiler. Umeyr, vadinin diğer ucunda, karşılarında duran,
ordudan başka yardımcı güç görünmediğini haber verdi. «Fakat, ey Kureyşliler,»
diye devam etti, «Onlardan hiç birinin sizden bir adam öl-dürmedikçe öleceğini
zannetmem. Onlar, sizden kendi sayılarına eşit adam öldürürlerse, geriye ne
kalır?» Umeyr, Mekke’de kâhinliğiyle meşhurdu, bu şöhreti sözlerinin daha
etkili olmasını sağlıyordu. Hatice’nin yeğeni Esed kabilesinden Hâkim de bu
konuda aynı görüşteydi. Hakim tüm kampı yürüyerek dolaştıktan sonra Abdu’ş-Şems
kabilesinin konakladığı yere vardı. Utbe’ye: «Ey Velid’in babası» dedi, «Sen
Kureyş’in en büyük adamı ve onların yöneticisinin, onlar sözünü dinlerler.
Sonsuza kadar onların arasında şeref ve Övgüyle anılmak ister misin?» Utbe: «Bunu
nasıl yapabilirim?» diye sordu. «Onları geri götür» dedi Hakim, «ve öldürülen
müttefikin Amr’ın, diyetini üzerine al.» Hakîm siavaşın en büyük nedenlerinden
biri olan kan davası ve diyeti ortadan kaldırmak istiyordu. Çünkü Nahle’de
öldürülen adamın kardeşi Amîr, bu savaşa öç almak için gelmişti. Utbe,
Hakîm’in dediklerinin hepsini kabul etti, fakat onun gidip savaşı en çok isteyen
Ebu Cehille konuşmasını istedi. O sırada orduya şöyle seslendi: «Ey
Kureyşliler, Muhammed ve arkadaşlarıyla savaşmak size hiçbir şey
kazandırmayacak. Eğer onlarla savaşırsanız, herbiriniz bir diğerinin yüzüne,
kardeşi, amcası veya yakın bîr akrabasını öldürdüğü için nefretle bakacak. Bu
nedenle geri dönün ve Muhammed’i diğer Araplara bırakın. Eğer onu Öldürûrlerse
sizin isteğiniz yerine gelir, eğer öldürmezlerse ona karşı kendinizi,
tuttuğunuzu anlayacaksınız».
Utbe, şüphesiz,
kardeşinin kan diyetini ödemek için Amir el-Hadrami’ye yaklaşmak istiyordu.
Fakat Ebu Cehil, Utbe’yi korkaklıkla, kendinin ve karşı saflardaki oğlu Ebu
Huzeyfe’nin öldürmesinden korkmakla suçladı. Daha sonra Amir’e dönerek onu,
kardeşinin öcünü alacağı bu fırsatı kaçırmamaya teşvik etti. «Kalk ve onlara
sözünü, kardeşinin öldürüldüğünü hatırlat» dedi.
Amir ayağa kalktı ve
elbiselerini parçalayarak bağırmaya başladı. «Amr’a yazık oldu! Amr’a yazık
oldu!» Bu sözler askerlerin coşmasına neden oldu ve kalblerini hiddetle
doldurdu. Artık ne Utbe, ne de başka biri onları ikna edemezdi.
Bu son coşku ve hiddet
dolu anlar bir adama beklediği fırsatı sağladı. Kendisi yokken oğlunun
kaçmasından korkan Süheyl oğlu Abdullah’ı da Bedir’e getirmişti. Cumah’ın
lideri Umeyye de zorla islam’dan döndüğünü söylettiği oğlu Ali’yi aynı nedenle
savaş alanına getirmişti. Fakat kararsız olan Ali’nin aksine Abdullah’ın inancı
sarsılmazdı. Kampın yakınındaki bir kayanın arkasına gizlenen Abdullah,
karşıdaki müslüman kampa kaçmanın bir yolunu bulmuştu. Oraya vardığında doğruca
Peygamber ‘e gitti, ikisinin de yüzü sevinçten parlıyordu. Abdullah, daha
sonra sevinç içinde iki eniştesi, Ebu Huzeyfe ve Ebu Sabra’yı selamladı.